Yapılan araştırmalar ile bebeklik dönemi mikrobiyotasının kişilerin sosyal, duygusal ve nörolojik (beyin) gelişiminde büyük rol oynadığı bilimsel olarak defalarca kanıtlanmıştır. Sağlıklı mikrobiyotaya sahip bebekler çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde daha sosyal, sağlıklı ve uyumlu bireyler olarak yaşamlarını sürdürürler.
Bebeklik döneminde sağlıklı mikrobiyotaya sahip olmanın ilk adımı, anne adayının hamilelik döneminden başlar. Bebeklerin mikrobiyotasının gelişimi, doğum şekli, anne sütü ile beslenme, antibiyotik kullanımı gibi faktörlere bağlıdır. Anne adaylarının hamilelik döneminde mikrobiyotaya destek vermesi, normal doğumun teşvik edilmesi ve bebeklerin en az 24 saat anne ile bedensel temasının sağlanması gibi önlemler, bebeklerin sağlıklı mikrobiyotaya sahip olmasına yardımcı olabilir.
Anne adayının hamileliğin son 3 ayındaki ağız mikrobiyotası ile daha doğmamış bebeğin mikrobiyotasının birbirine benzediğini göz önüne alacak olursak; gebelik döneminde özellikle son 3 ayda anne adayının kendi mikrobiyotasına vereceği her destek henüz doğmamış çocuğunun tüm hayatını pozitif yönde etkileyecektir. Gebeliğin son 3 ayında kullanacağınız birbirleriyle uyumlu probiyotikler ile tüm mikrobiyotayı destekleyecek prebiyotiklerin düzenli olarak tüketilmesi hem anne hem de bebeğin mikrobiyotasına hayat boyu yapılmış bir destek olacaktır. Aynı şekilde normal doğum sırasında, bebek doğum kanalından geçerken, anneden bebeğe mikrobiyota transferi gerçekleşir. Doğum anında yapılan bu transfer sayesinde insanoğlunun bütünsel mikrobiyotası çok büyük oranda etkilenir, beslenir. Bu yüzden yeni doğmuş bebeklerin hiç temizlenmeden en az 24 saat anne ile bedensel teması sağlanarak bu mikrobiyota transferinin başarıyla tamamlanması sağlanır. Normal doğum ile çocuklarımız hayatlarının tüm evrelerinde onlara destek olacak mikrobiyotayı bu şekilde alırlar ve bu mikrobiyotayı kendi çocuklarına aktarırlar. Annelerimiz nasıl kendi mikrobiyotalarinı kendi annelerinden yani atalarından aldıysa, bizler de bu almış olduğumuz mikrobiyotayı kendi çocuklarımıza, gelecek nesillere aktaracağız. Atalarımızdan sağlıklı bir mikrobiyota aldıysak, kendi evlatlarımıza, torunlarımıza, torunlarımızın torunlarına geçecek mikrobiyotamızı da sağlıklı tutmak bir insanlık görevidir. Aslında o kadar muhteşem bir sistem var ki doğada; doğumda bizlere verilen ana mikrobiyotaya ek olarak, anne sütünden bizlere geçen bakterilerle de mikrobiyotamız ilk 1 sene içinde tamamlanır. Emzirme döneminde anneden bebeğe geçen bakteriler bebeğin gelişim dönemine göre de çeşitlilik gösterir – yani anne sütünde sadece tek bir çeşit bakteri yoktur, bu bakteriler bebeğin gelişim evrelerine göre de çeşitlilik gösterir. Dengeli bir mikrobiyotaya sahip olan anne; dünyaya yeni gelen çocuğuna yine sağlıklı bir mikrobiyota verirken; sağlıksız bir mikrobiyotaya sahip anne ise kendi bünyesinde ne varsa yine ancak onu verebilir.
Günümüzde gerek antibiyotik kullanımı gerekse endüstriyel besin, paketli gıdalar, asitli içeceklerin tüketiminin artmasıyla beraber tüm insanlığın mikrobiyotası da her geçen gün tahrip olmaktadır. Atalarımızda çeşitliliği 5000 civarında olan insan mikrobiyotası, günümüz modern insanında 300-500 çeşite inmiştir.
Bununla bağlantılı olarak sadece otoimmün hastalıkları veya kanser değil; otizmin de oranı her geçen gün artmaktadır.
https://www.cdc.gov/ncbddd/autism/data.html
Otizmli çocuklarımızın mikrobiyotası farklıdır ve buna bağlı olarak bağırsaklarının çalışması da farklılıklar gösterebilir. Otizmli insanların mikrobiyotasına dışarıdan takviye olarak verilecek probiyotik ve prebiyotik desteklerle daha sağlıklı çalışması sağlanarak; sosyalleşme, algı, ve uyum konularında daha pozitif olmaları sağlanabilir. Mikrobiyotaya verilecek birbirleriyle uyumlu probiyotikler ve bu probiyotiklere destek olacak prebiyotiklere, diyetimizle de kesinlikle destek olunması gerekir. Otizmin de kendi içinde farklılıkları olduğu için gelişi güzel probiyotikler kullanmak yerine mikrobiyota uzmanı ve diyetisyenlerden mutlaka destek alınmalıdır.
Uzmanların değerlendirmeleriyle otizmli kişinin durumuna en uygun probiyotik, prebiyotik ve diyet programları kişinin mikrobiyotasını daha sağlıklı hale getirerek; sosyalleşme, uyum ve algı konusunda daha etkin sonuçlar alınabilmektedir.