4.5 milyar yaşında olan bir gezegende yaşıyoruz. En eski kaya parçasının 3.8 milyar yaşında olduğunu ve en eski bakteri fosilinin 3.5 milyar yaşında olduğunu ve biz modern insanların ise sadece ve sadece 50 bin yaşında olduğunu düşünecek olursak, bakterilerin insanlardan binlerce on binlerce kat daha fazla hayat tecrübesi olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz.
Geçen 3.5 milyar yıl içinde bakteriler dünya üzerindeki tüm canlılarla beraber uyum içinde yaşadı; okyanusların derinliklerinde yaşayan balıklardan tutun ağaçlara, fokur fokur kaynayan kaplıca sularına, çayırlardaki yabani otlara, kedilere, kuşlara, köpeklere kadar bütün çok hücreli canlılarla uyum içinde yaşadı.
Bu milyarlarca yıllık deneyim içinde dünya üzerindeki canlılarla moleküler seviyede iletişim kurarak onların sağlığının en iyi derecede olmasını sağlayan bakteriler, modern insanın ortaya çıkışıyla yaşamsal bir tehdit altında kaldılar. İnsanoğlu yaşamış olduğu her yere kimyasalları getirmekle kalmadı, etrafındaki bütün sistemi, gerek tarım ilaçları, gerek egzos dumanları ve endüstriyel kimyasal atıkları ile zehirlemesinin yanında beton ve asfalt ile toprağın üzerini kapatarak, toprakla (yani bakterilerle) ilişkimizi yok etti ve kendi kendini suni bir akvaryumun içine hapsetti. Öyle ki bu akvaryumun içine de her geçen gün farklı bir kimyasal ekledi ve kendi mikrobiyotasını da tahrip etti. Sağlıklı mikrobiyotanın getirmiş olduğu mutluluğu, huzuru, enerji ve dinamizmi de bu modern hayat yüzünden, zehirli akvaryumun içinde (şehir ortamında) yaşayarak yok etti.
Çoğumuzun eski insanların yaşadığı hayatı, yani doğa içinde çiçek, böcek, ağaç içinde bir hayatı yaşamak gibi bir lüksümüz yok biliyorum ama öncelikle kendi mikrobiyotamızı birbirleriyle uyumlu probiyotikler, prebiyotikler ve tüm mikrobiyotamızı destekleyen 10 binlerce senedir insanoğlunun kullandığı bitki özlerini tüketerek destekleyelim ki eski insanların yaşadığı sağlığımıza biraz olsun ulaşabilelim.
Değinmek istediğim bir başka konu ise orman banyosu ve patili dostlarımızın mikrobiyotamıza olan önemi. Dünya üzerinde yaşayan diğer mikrobiyota üyeleriyle bir araya geldiğimizde, transit probiyotiklerin üretmiş olduğu metabolitler insanda serotonin salgılanmasına destek olurlar. Mesela bir ağaca sarıldığınızda ağacın üzerinden insanın üzerine bir mikrobiyota yağmuru başlar. Bu mikrobiyota yağmuru kişiyi daha huzurlu hissettirir. Veya yağmurda dolaşırken, yağmurun kokusu bizlere yine huzur ve dinginlik verir – ki yağmur kokusu aslında bir bakteri ailesinin çok belirgin bir kokusudur ve bu koku insanoğlundaki serotonin üretimini tetikler.
Doğa içinde diğer bir mikrobiyota ailesinin içinde olmak; biz insanoğlunun mikrobiyotasını canlandırır, aktive eder. Dolayısıyla aynı durum patili veya diğer hayvan dostlarımız için de geçerlidir. Hayvan dostlarımız bizlerin sadece arkadaşı olmaz; biz insanoğlunun mikrobiyotasının da arkadaşı olur ve onu pozitif yönde destekler.
Sonuç olarak, mikrobiyotamızın tam olabilmesi için probiyotik, prebiyotik, yeşilliklerle beslenmenin yanında doğa içinde zaman geçirmenin ve hayvan dostlarımızla bol bol temas etmenin çok büyük yararı vardır.